Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethetme planları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul'un fethine girişmeden önce halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek Osmanlı'nın başşehri Edirne'de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip alışveriş yapmaya başladı. Birinci dükkana varıp bir şey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkan sahibi vermedi. Tabii Fatih'i tanımıyordu. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu.
Adam: - Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkandan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi. Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkana gönderdi. Böylece Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı. Aldıkları erzağı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:
- Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve İstanbul'un fetih planlarını hazırlamaya başladı.
51 gün süren kuşatmadan sonra Bizans, Akşemsettin Hazretlerinin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu. İstanbul fetholunduktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı.
17 Mayıs 2008 Cumartesi
14 Mayıs 2008 Çarşamba
Müjdeli Haber!
Uzun zamandır bu anı bekliyordum ve sonunda ben de artık işe başlıyorum. 2007 Eylül'den beri kendime uygun bir iş aramakla meşguldüm. Nihayet kendi alanımla ilgili bir işte çalışma fırsatını yakaladım. Neden bu kadar bekledin diyecek olursanız şöyle açıklayabilirim:
Öncelikle üniversiteden yeni mezun olmuş insanda, belli belirsiz bir iş kaygısı ortaya çıkıyor. Daha sonra seçeceğiniz sektör hakkında kararsız olduğunuzu fark ediyorsunuz. Bu durum da doğal olarak zorunlu bir piyasa araştırmasını gerektiriyor. Hangi sektörde çalışmak istediğinize karar vermek, iş görüşmelerine katılmak ve yeterli tecrübe kazanmak bu süreçte önemli faktörlerden. Hatta bazı olumsuz gelişmeler insanı depresyona sokabiliyor. O yüzden mezun olacak arkadaşlara tavsiyem acele etmesinler. Er geç mutlaka kendilerine uygun işi bulacaklardır. Bunun için gerekli olan sadece araştırmak ve girişimci olmak...
Velhasıl, ben de 2,5 - 3 aylık bir sürenin sonunda kendi işimi elde ettim. Artık 20 Mayıs Salı günü benim için milat niteliğinde olacak. Beni bekleyen bir günlük oryantasyondan sonra yaklaşık iki aylık bir staj dönemine gireceğim. Bu süre sonunda gencecik bir yönetici olarak çalışanlar ordusuna resmen katılmış olacağım. Nasıl oldu da bu günlere geldim hala inanamıyorum :) İnşallah hayırlara vesile olur. Darısı diğer bütün iş arayanların başına.
Öncelikle üniversiteden yeni mezun olmuş insanda, belli belirsiz bir iş kaygısı ortaya çıkıyor. Daha sonra seçeceğiniz sektör hakkında kararsız olduğunuzu fark ediyorsunuz. Bu durum da doğal olarak zorunlu bir piyasa araştırmasını gerektiriyor. Hangi sektörde çalışmak istediğinize karar vermek, iş görüşmelerine katılmak ve yeterli tecrübe kazanmak bu süreçte önemli faktörlerden. Hatta bazı olumsuz gelişmeler insanı depresyona sokabiliyor. O yüzden mezun olacak arkadaşlara tavsiyem acele etmesinler. Er geç mutlaka kendilerine uygun işi bulacaklardır. Bunun için gerekli olan sadece araştırmak ve girişimci olmak...
Velhasıl, ben de 2,5 - 3 aylık bir sürenin sonunda kendi işimi elde ettim. Artık 20 Mayıs Salı günü benim için milat niteliğinde olacak. Beni bekleyen bir günlük oryantasyondan sonra yaklaşık iki aylık bir staj dönemine gireceğim. Bu süre sonunda gencecik bir yönetici olarak çalışanlar ordusuna resmen katılmış olacağım. Nasıl oldu da bu günlere geldim hala inanamıyorum :) İnşallah hayırlara vesile olur. Darısı diğer bütün iş arayanların başına.
12 Mayıs 2008 Pazartesi
Neler Geldi Neler Geçti Felekten, Un Elerken, Deve Geçti Elekten
Varlıklı bir adam, kızını uzaktan bir köye gelin etmiş. Kızına verdiği çeyizi deveyle göndermiş. Aradan epey zaman geçmiş, adam kızının köyüne, onları görmeye gitmiş. Kızı un eliyormuş, babası ona: "Nasılsın?" diye sormuş. Kız, uzun uzun dertlenmeden, şikayet etmeden, babasına durumu şöyle dile getirmiş:
"Neler geldi, neler geçti felekten
Un elerken, deve geçti elekten"
Baba, bu arifane sözlerden; kızının ailesinin çok yoksul düştüklerini, her şeyi sattıkları gibi deveyi de sattıklarını, onun parasıyla buğday aldıklarını ve şimdi o buğdayın ununu elediğini anlamış.
***
Bu deyim, "sıkıntıların, yoksulluğun, hayatta insanın başına neler getirdiğinin" bir özeti olarak söylenir.
"Neler geldi, neler geçti felekten
Un elerken, deve geçti elekten"
Baba, bu arifane sözlerden; kızının ailesinin çok yoksul düştüklerini, her şeyi sattıkları gibi deveyi de sattıklarını, onun parasıyla buğday aldıklarını ve şimdi o buğdayın ununu elediğini anlamış.
***
Bu deyim, "sıkıntıların, yoksulluğun, hayatta insanın başına neler getirdiğinin" bir özeti olarak söylenir.
FIKRA
40 yıl sürecek bir araştırma için 3 astronot uzaya gönderilecekmiş. Bunlardan birisi de Temel'miş. Gitmeden önce bunlara istedikleri bir şeyi yanlarında götürebilecekleri söylenmiş. Birisi "Ben 40 yıllık çikolata istiyorum" demiş. Diğeri "Ben de 40 yıllık süt istiyorum" demiş. Sıra Temel'e geldiğinde "Ben de 40 yıllık sigara istiyorum" demiş.
Bunlara istedikleri verildikten sonra uzaya gönderilmişler. Aradan 40 yıl geçmiş ve dünyaya dönmüşler. Uzay mekiğinden sırayla inmeye başlamışlar. Çikolata isteyen sapasağlam bir vaziyette inmiş. Ardından süt isteyen de aynı şekilde inmiş. Temel inmiş, yüzü gözü şişmiş bitkin bir vaziyette, bekleyenlere dönerek:
- Allah aşkına biriniz bi kibrit versin!
Bunlara istedikleri verildikten sonra uzaya gönderilmişler. Aradan 40 yıl geçmiş ve dünyaya dönmüşler. Uzay mekiğinden sırayla inmeye başlamışlar. Çikolata isteyen sapasağlam bir vaziyette inmiş. Ardından süt isteyen de aynı şekilde inmiş. Temel inmiş, yüzü gözü şişmiş bitkin bir vaziyette, bekleyenlere dönerek:
- Allah aşkına biriniz bi kibrit versin!
11 Mayıs 2008 Pazar
8 Mayıs 2008 Perşembe
Gelelim Bamyanın Faziletine
Köyün birinde cami cemaatinden bir adamcağız varmış. Hem saf hem de cahilceymiş ama, tek arzusu imam efendiler gibi kürsüye geçip, cemaate vaaz etmek nasihatte bulunmak imiş. Bu sebeple ne vakit bir fırsat bulsa -mesela imam azıcık gecikse- hemen kürsünün ucuna ilişir, kürsüde duran vaaz kitabını imamın işaretlediği yerden açar, hem okur, hem anlatırmış.
Cemaat bunun bu haline önceleri gülüp geçiyorsa da, bakmışlar işi azıtıyor. Artık eskisi gibi kürsünün kenarına ilişmek yerine iyice içine kuruluyor, imam varmış yokmuş fark etmeden "Ey cemaat! Ey Ümmet-i Muhammed! Ey gafiller!..." diye veryansın ediyormuş.
Cemaatten birkaçı:
"Şuna iyi bir ders vermezsek, başımıza Şeyhülislam kesilecek" diye karar almışlar ve imamı da tezgahın içine dahil edip, bir oyun hazırlamışlar.
Bir cuma günü cami tıklım tıklım dolu iken, imam bilerek vaaza geç kalmış. Caminin öteberi işlerini gören ve müezzinlik yapan başka biri ise, her vakit kürsüde duran vaaz kitabını alıp, yerine bir yemek kitabı koymuş. Bizimkisi bakmış imam ortada yok. Cemaat da maşallah pek kalabalık. Hemen ayağa kalkıp, safları yara yara kürsüye gelip çıkmış. Şöyle bir boğazını temizledikten sonra, önündeki hazır duran kitabı işaretli yerinden açmış ve okumaya başlamış.
"Eveeet, gelelim bamyanın faziletlerine..."
***
Bu deyim, bir mevzu anlatılırken konuşanın lafı uzatması, alakasız konulara girmesi gibi durumlarda kullanılır. "Önemli işleri bitirdik de, sıra bunlara geldi.." manasına gelir.
Cemaat bunun bu haline önceleri gülüp geçiyorsa da, bakmışlar işi azıtıyor. Artık eskisi gibi kürsünün kenarına ilişmek yerine iyice içine kuruluyor, imam varmış yokmuş fark etmeden "Ey cemaat! Ey Ümmet-i Muhammed! Ey gafiller!..." diye veryansın ediyormuş.
Cemaatten birkaçı:
"Şuna iyi bir ders vermezsek, başımıza Şeyhülislam kesilecek" diye karar almışlar ve imamı da tezgahın içine dahil edip, bir oyun hazırlamışlar.
Bir cuma günü cami tıklım tıklım dolu iken, imam bilerek vaaza geç kalmış. Caminin öteberi işlerini gören ve müezzinlik yapan başka biri ise, her vakit kürsüde duran vaaz kitabını alıp, yerine bir yemek kitabı koymuş. Bizimkisi bakmış imam ortada yok. Cemaat da maşallah pek kalabalık. Hemen ayağa kalkıp, safları yara yara kürsüye gelip çıkmış. Şöyle bir boğazını temizledikten sonra, önündeki hazır duran kitabı işaretli yerinden açmış ve okumaya başlamış.
"Eveeet, gelelim bamyanın faziletlerine..."
***
Bu deyim, bir mevzu anlatılırken konuşanın lafı uzatması, alakasız konulara girmesi gibi durumlarda kullanılır. "Önemli işleri bitirdik de, sıra bunlara geldi.." manasına gelir.
Daler Mehndi - Tunak Tunak Tun
Daler Mehndi'den neşeli bir müzik video... Her ne kadar sözlerini anlamasam da çok hoşuma gitti. Az çok şarkının temasını da anlayabildiğimi söyleyebilirim. Şöyle ki; klibin başlangıcında ortaya çıkan 4 kişi -ki bunların hepsi Daler Mehndi- dünyadaki 4 ana madde olan toprak, ateş, su ve havayı temsil ediyor. Daha sonraki kısımlarda sözlerin içinde geçen "Ya Rab" kelimesi ise bende yaratılışı anlattığı izlenimini yarattı. Bilmiyorum doğru mu analiz ettim...
Dip : Malumunuz YouTube'a uygulanan engelleme nedeniyle başka sunuculardan faydalanıyoruz. Aslında, pek şikayetim olduğu söylenemez bu hususta.
6 Mayıs 2008 Salı
Dizilerdeki birbirinden komik mantık hataları
Dizilerin süreleri 90 dakikaya çıkınca çekim ekipleri de adeta sette yaşamaya başladı. Bu durum bazı sahnelerde gülünesi mantık hatalarına yol açmaya başladı. İşte size birkaç örnek...
KURTLAR VADİSİ
Polat, sırtına saplanan tırtıklı bıçağı on saniyelik bir hamleyle kapı aralığına sıkıştırıp çıkarttı. Ardından sırtından ameliyat olan Polat, hastaneden kaçırılırken sırtüstü sedyede taşındı.
EZO GELİN
Nurgül Yeşilçay'ın başrolünü oynadığı dizinin bir bölümünde hava daha aydınlıkken iftar topu patladı. İftardan sonra bahçeye çıktıklarında ise hâlâ günlük güneşlik bir hava vardı...
KÖPRÜ
Dizide komutan, askerle konuştuktan sonra emir veriyor. Kafasında kep bulunan asker ise başını eğip uzaklaşıyor. Oysa kafada kep varken el ile selam verilmesi askerlik kuralıdır.
BIÇAK SIRTI
Dizinin bir bölümünde Murat'ın öğretmeni iftara davet ediliyor. Oysa hava daha aydınlık. Daha da komiği iftar dönüşü öğretmen eve bırakılırken havanın hâlâ aydınlık olması.
BİNBİR GECEŞehrazat'la Bennu'nun sabah kahvaltısı yaptıkları dakikalarda eş zamanlı olarak Onur Aksal'ın yasak aşkı Yasemin'le akşam yemeği yemesi gözlerden kaçmadı. Bir başka çekim hatası da Yasemin'in kaza sahnesiydi. Yasemin aracıyla bir hayvana çarptı. Arabanın farı bile kırılmadı.
DOKTORLAR
Doktor Zenan alt katta, Doktor Suat üst katta hastanenin camından dışarıya bakıyorken kamera aşağıdan yukarı çekim yapıyordu. Ancak bu sırada kamerayı çeken vincin gölgesi de aynen ekrana yansıdı.
HATIRLA SEVGİLİ
Rüya 1961'de doğmuştu. Dizi şimdilerde 1969'u anlatıyor. Ancak Rüya'nın hâlâ Ahmet ile Yasemin'in 1966'daki tren yolculuğunda karşılaştığı günkü gibi olması yani hiç değişmemesi dikkat çekiyor.
KAVAK YELLERİ
Efe, sevgilisi Su ile tartışırken "Adını bile benden sakladın" diye bağırdı. Diziyi kaçırmayanlar Su ile Efe'nin ilk tanışmalarında "Adım aslında Sultan, Su isim olarak daha iyi oluyor" dediğini de çok iyi biliyor.
SESSİZ FIRTINA
Erkan Petekkaya ile Arzum Onan'ın oynadığı dizide sürekli telefonlar dinleniyor. Oysa, telefon dinleme mahkeme kararıyla en çok üç ay için yapılabiliyor. Ama dizide mahkeme kararına ihtiyaç duymadan sürekli telefon dinleniyor.
MENEKŞE İLE HALİL
Dizinin 3'üncü bölümünde, ağabeyi ve kocası tarafından Menekşe'nin elleri önden bağlanıyor. Elleri rahatça hareket ettiğine göre ağzındaki bez parçasını çıkarıp, neden yardım istemediği ise hâlâ merak konusu.
Mynet.Com
KURTLAR VADİSİ
Polat, sırtına saplanan tırtıklı bıçağı on saniyelik bir hamleyle kapı aralığına sıkıştırıp çıkarttı. Ardından sırtından ameliyat olan Polat, hastaneden kaçırılırken sırtüstü sedyede taşındı.
EZO GELİN
Nurgül Yeşilçay'ın başrolünü oynadığı dizinin bir bölümünde hava daha aydınlıkken iftar topu patladı. İftardan sonra bahçeye çıktıklarında ise hâlâ günlük güneşlik bir hava vardı...
KÖPRÜ
Dizide komutan, askerle konuştuktan sonra emir veriyor. Kafasında kep bulunan asker ise başını eğip uzaklaşıyor. Oysa kafada kep varken el ile selam verilmesi askerlik kuralıdır.
BIÇAK SIRTI
Dizinin bir bölümünde Murat'ın öğretmeni iftara davet ediliyor. Oysa hava daha aydınlık. Daha da komiği iftar dönüşü öğretmen eve bırakılırken havanın hâlâ aydınlık olması.
BİNBİR GECEŞehrazat'la Bennu'nun sabah kahvaltısı yaptıkları dakikalarda eş zamanlı olarak Onur Aksal'ın yasak aşkı Yasemin'le akşam yemeği yemesi gözlerden kaçmadı. Bir başka çekim hatası da Yasemin'in kaza sahnesiydi. Yasemin aracıyla bir hayvana çarptı. Arabanın farı bile kırılmadı.
DOKTORLAR
Doktor Zenan alt katta, Doktor Suat üst katta hastanenin camından dışarıya bakıyorken kamera aşağıdan yukarı çekim yapıyordu. Ancak bu sırada kamerayı çeken vincin gölgesi de aynen ekrana yansıdı.
HATIRLA SEVGİLİ
Rüya 1961'de doğmuştu. Dizi şimdilerde 1969'u anlatıyor. Ancak Rüya'nın hâlâ Ahmet ile Yasemin'in 1966'daki tren yolculuğunda karşılaştığı günkü gibi olması yani hiç değişmemesi dikkat çekiyor.
KAVAK YELLERİ
Efe, sevgilisi Su ile tartışırken "Adını bile benden sakladın" diye bağırdı. Diziyi kaçırmayanlar Su ile Efe'nin ilk tanışmalarında "Adım aslında Sultan, Su isim olarak daha iyi oluyor" dediğini de çok iyi biliyor.
SESSİZ FIRTINA
Erkan Petekkaya ile Arzum Onan'ın oynadığı dizide sürekli telefonlar dinleniyor. Oysa, telefon dinleme mahkeme kararıyla en çok üç ay için yapılabiliyor. Ama dizide mahkeme kararına ihtiyaç duymadan sürekli telefon dinleniyor.
MENEKŞE İLE HALİL
Dizinin 3'üncü bölümünde, ağabeyi ve kocası tarafından Menekşe'nin elleri önden bağlanıyor. Elleri rahatça hareket ettiğine göre ağzındaki bez parçasını çıkarıp, neden yardım istemediği ise hâlâ merak konusu.
Mynet.Com
Çatal
Çatalı ilk kullananların Yunanlılar olduğu sanılmaktadır. Çatalın yemek masalarındaki kullanımı M.S. yedinci yüzyılda Ortadoğu'daki zengin ve itibarlı ailelerde görülmektedir. 13'üncü yüzyılda Bizanslılara, onlardan da İtalyanlara geçmiştir. Fransa'da ise gösterişe kaçıyor diye kabulü yavaş olmuştur.
Avrupa'da çatalın kullanılıp yaygınlaşması 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Daha önceleri altın, demir ve billurdan yapılan tipleri nadide eşyalardan sayılırdı. On altıncı yüzyıl sonunda Fransa kralı III. Henri et yerken çatal kullandığı için örf ve adetlere uymadı diye çok tenkid edilmiştir.
17. yüzyılda kullanılanlar iki dişli ve menteşeli olduğundan ortadan katlanabiliyordu. O zamanlarda soylu ve asil bilinen Avrupalı ailelerde kullanılırdı. Anadolu'da ise geniş olarak 19. yüzyıl sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır.
Avrupa'da çatalın kullanılıp yaygınlaşması 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Daha önceleri altın, demir ve billurdan yapılan tipleri nadide eşyalardan sayılırdı. On altıncı yüzyıl sonunda Fransa kralı III. Henri et yerken çatal kullandığı için örf ve adetlere uymadı diye çok tenkid edilmiştir.
17. yüzyılda kullanılanlar iki dişli ve menteşeli olduğundan ortadan katlanabiliyordu. O zamanlarda soylu ve asil bilinen Avrupalı ailelerde kullanılırdı. Anadolu'da ise geniş olarak 19. yüzyıl sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır.
Mehmet Âkif Ersoy - Küfe
Beş on gün oldu ki, mu'tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul'un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden -
O sâlhûrde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
- Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden yavrum? Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?"
Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü...
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
- Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
- Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...
Adın nedir senin, oğlum?
- Hasan.
- Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih'e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında âbâni,
Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetîm...
Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak...
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!
Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.
Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;
Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.
Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!
O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan
Bir elliden mütecâviz çocuk ki, muntazaman
Geçerken eylediler ihtiyârı vakfe-güzin...
Hasan'la karşılaşırken bu sahne oldu hâzin;
Evet, bu yavruların hepsi, pür sürûd-i şebâb,
Eder dururdu birer âşiyân-ı nûra şitâb.
Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzârında-
İlel'ebed çekecek dûş-i ıztırârında!
O, yük değil, kaderin bir cezâsı ma'sûma...
Yazık, günâhı nedir, bilmeyen şu mahkûma!
***
Mehmet Âkif şiirleriyle lise yıllarımda tanıştım. İşte okuduğum o şiirler içinde en beğendiklerimden birisidir "Küfe". Şiirin içinde en sevdiğim kısım ise; "Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol Şuradan!" mısrasıdır. Büyük üstada bir kez daha saygılar! Mekanı cennet olsun inşallah.
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul'un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden -
O sâlhûrde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
- Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden yavrum? Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?"
Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü...
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
- Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
- Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...
Adın nedir senin, oğlum?
- Hasan.
- Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih'e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında âbâni,
Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetîm...
Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak...
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!
Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.
Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;
Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.
Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!
O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan
Bir elliden mütecâviz çocuk ki, muntazaman
Geçerken eylediler ihtiyârı vakfe-güzin...
Hasan'la karşılaşırken bu sahne oldu hâzin;
Evet, bu yavruların hepsi, pür sürûd-i şebâb,
Eder dururdu birer âşiyân-ı nûra şitâb.
Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzârında-
İlel'ebed çekecek dûş-i ıztırârında!
O, yük değil, kaderin bir cezâsı ma'sûma...
Yazık, günâhı nedir, bilmeyen şu mahkûma!
***
Mehmet Âkif şiirleriyle lise yıllarımda tanıştım. İşte okuduğum o şiirler içinde en beğendiklerimden birisidir "Küfe". Şiirin içinde en sevdiğim kısım ise; "Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol Şuradan!" mısrasıdır. Büyük üstada bir kez daha saygılar! Mekanı cennet olsun inşallah.
5 Mayıs 2008 Pazartesi
Quantum of Solace - Bond 22
Bildiğiniz üzere Bond Filmleri dünyada oldukça yaygın. Kime sorsanız bilir yani, o derece. Ben de bir aksiyon tutkunu olarak Bond Filmlerine özel ilgi besliyorum.
Kimler geçmedi ki bu perdeden; Sean Connery, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan.. ve en son Casino Royale'den tanıdığımız Daniel Craig. Bütün bu aktörlerin içinde gelmiş geçmiş en iyi Bond, şüphesiz Sean Connery'di. Ancak Daniel Craig Casino Royale'deki performansıyla göz doldururken bu kalıplaşmış yargıyı da yıkacak gibi duruyor.
İşte bugünlerde, geçen sefer 'set kazası' diye haber verdiğimiz, Bond serisinin 22'nci filmi olan Quantum of Solace çekiliyor. Yapılan yorumlara ve ayrılan dev bütçeye bakılırsa Casino Royale'den daha iyi iş çıkaracak gibi...
Ben de bugün, çok konuşulan şu Bond efsanesinin son filmini bir irdeleyeyim dedim. Yaptığım araştırmalara dayanaraktan kendi fikrimi beyan etmem gerekirse; ortaya gerçekten güzel bir çalışma çıkmış. Herkes gibi ben de filmin vizyona girmesini bekliyorum, bakalım nasılmış?
Önce filmin künyesi ile başlayalım...
Yapım : 2008, ABD / İngiltere
Tür : Aksiyon / Dram / Macera
Yönetmen : Marc Forster
Senaryo : Neal Purvis, Robert Wade, Paul Haggis
Oyuncular : Daniel Craig, Judi Dench, Mathieu Amalric, Jeffrey Wright, Olga Kurylenko, Giancarlo Giannini, Jesper Christensen, Gemma Arterton
Yapımcı : Barbara Broccoli, Michael G. Wilson
Görüntü Yönetmeni : Roberto Schaefer
Müzik : David Arnold
Gösterim Tarihi : 7 Kasım 2008
Filmin Web Sitesi : http://www.007.com/
- Özet -
Sevdiği kadın Vesper tarafından ihanete uğrayan 007, içinden gelen dürtüye karşı koyarak son görevini kişiselleştirmemeye çalışır. Kararlılıkla doğruyu ortaya çıkarmaya çalışırken Bond ve M , Mr. White’ı sorguya çekerek, Vesper’a şantaj yapan, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar karmaşık ve tehlikeli bir şebekeyi ortaya çıkarırlar.
Adli bilgiler MI6’ya ihanet eden bir kişi ve Haiti’de bir banka hesabı arasında bir ilişkiyi ortaya koyar ve başkasıyla karışan kimliği, Bond’un burada kendi kan davası için çalışan güzel fakat alıngan kadın Camille ile tanışmasını sağlar. Camille, Bond’u doğruca gizemli bir organizasyonun başındaki nereden geldiği belirsiz iş adamı Dominic Greene’e götürür.
Görevi nedeniyle Avusturya, İtalya ve Güney Amerika’ya giden Bond, Greene’in dünyanın en önemli doğal kaynaklarından birinin tüm kontrolünü ele geçirmek için sürgündeki General Medrano ile anlaşma yaptığını öne sürerek komplo düzenlediğini ortaya çıkarır. Greene, organizasyondaki ortaklarını, CIA ve İngiliz hükümetindeki güçlü kontaklarını kullanarak, General’e görünürde verimsiz olan bir bölgeyi almak karşılığında Latin Amerika’daki rejimi yıkacağına ve kontrolü ona vereceğine dair söz verir.
İhanet ve yalan ortamında Bond gerçeği ortaya çıkarmak için eski dostları ile güçlerini birleştirir. 007, Vesper’ın ihanetinden sorumlu olan kişiyi bulmaya yaklaştıkça Greene’nin tehditkar planını ortaya çıkarmak ve organizasyonunu durdurmak için, CIA’in, teröristlerin ve hatta M’in bir adım önünde olmak zorundadır.
Trailer - Quantum of Solace
Filmin Fotoğrafları
Kimler geçmedi ki bu perdeden; Sean Connery, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan.. ve en son Casino Royale'den tanıdığımız Daniel Craig. Bütün bu aktörlerin içinde gelmiş geçmiş en iyi Bond, şüphesiz Sean Connery'di. Ancak Daniel Craig Casino Royale'deki performansıyla göz doldururken bu kalıplaşmış yargıyı da yıkacak gibi duruyor.
İşte bugünlerde, geçen sefer 'set kazası' diye haber verdiğimiz, Bond serisinin 22'nci filmi olan Quantum of Solace çekiliyor. Yapılan yorumlara ve ayrılan dev bütçeye bakılırsa Casino Royale'den daha iyi iş çıkaracak gibi...
Ben de bugün, çok konuşulan şu Bond efsanesinin son filmini bir irdeleyeyim dedim. Yaptığım araştırmalara dayanaraktan kendi fikrimi beyan etmem gerekirse; ortaya gerçekten güzel bir çalışma çıkmış. Herkes gibi ben de filmin vizyona girmesini bekliyorum, bakalım nasılmış?
Önce filmin künyesi ile başlayalım...
Yapım : 2008, ABD / İngiltere
Tür : Aksiyon / Dram / Macera
Yönetmen : Marc Forster
Senaryo : Neal Purvis, Robert Wade, Paul Haggis
Oyuncular : Daniel Craig, Judi Dench, Mathieu Amalric, Jeffrey Wright, Olga Kurylenko, Giancarlo Giannini, Jesper Christensen, Gemma Arterton
Yapımcı : Barbara Broccoli, Michael G. Wilson
Görüntü Yönetmeni : Roberto Schaefer
Müzik : David Arnold
Gösterim Tarihi : 7 Kasım 2008
Filmin Web Sitesi : http://www.007.com/
- Özet -
Sevdiği kadın Vesper tarafından ihanete uğrayan 007, içinden gelen dürtüye karşı koyarak son görevini kişiselleştirmemeye çalışır. Kararlılıkla doğruyu ortaya çıkarmaya çalışırken Bond ve M , Mr. White’ı sorguya çekerek, Vesper’a şantaj yapan, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar karmaşık ve tehlikeli bir şebekeyi ortaya çıkarırlar.
Adli bilgiler MI6’ya ihanet eden bir kişi ve Haiti’de bir banka hesabı arasında bir ilişkiyi ortaya koyar ve başkasıyla karışan kimliği, Bond’un burada kendi kan davası için çalışan güzel fakat alıngan kadın Camille ile tanışmasını sağlar. Camille, Bond’u doğruca gizemli bir organizasyonun başındaki nereden geldiği belirsiz iş adamı Dominic Greene’e götürür.
Görevi nedeniyle Avusturya, İtalya ve Güney Amerika’ya giden Bond, Greene’in dünyanın en önemli doğal kaynaklarından birinin tüm kontrolünü ele geçirmek için sürgündeki General Medrano ile anlaşma yaptığını öne sürerek komplo düzenlediğini ortaya çıkarır. Greene, organizasyondaki ortaklarını, CIA ve İngiliz hükümetindeki güçlü kontaklarını kullanarak, General’e görünürde verimsiz olan bir bölgeyi almak karşılığında Latin Amerika’daki rejimi yıkacağına ve kontrolü ona vereceğine dair söz verir.
İhanet ve yalan ortamında Bond gerçeği ortaya çıkarmak için eski dostları ile güçlerini birleştirir. 007, Vesper’ın ihanetinden sorumlu olan kişiyi bulmaya yaklaştıkça Greene’nin tehditkar planını ortaya çıkarmak ve organizasyonunu durdurmak için, CIA’in, teröristlerin ve hatta M’in bir adım önünde olmak zorundadır.
Trailer - Quantum of Solace
Filmin Fotoğrafları
Suya Düştü
Vaktiyle, Yeniçeri'lerin topçu ocağında, askerlerin atış talimi başlıbaşına seyirlik bir hadiseydi. Atışların, el ve göz yordamıyla yapıldığı o zamanlar, Bölükbaşı atış yapacak ere şöyle emir verirdi:
"Haydi oğlum aslan, yamacıma yaslan, barut hakkı iki cezve ile bir kepçe. Allah rast getire, nişangahına denk getire. Endahtttt.."
Top ateşlenir ve hedefin yakınlarına siper almış olan gözcü neferi atışın sonucunu bildirirdi:
"Bir bağ, üç evlek sağa kaydı kumandanım!"
Bunun anlamı:
"Mermi hedefi bulmadı kumandanım. Devlet-i Ali'nin güllesi, bad-i heva zayi olup gitti" demekti.
Karadan denize yapılan atış talimlerinde ise, deniz ortasına eskimiş bir tekne bağlanır ve topçulardan bu eskimiş tekneyi vurmaları istenirdi. İşte bu sırada hedefi vuramayan mermiler; 'suya düşerdi'. O zaman gözcü neferleri:
"Suya düştü kumandanım!" diye bağırırlardı.
***
Bu deyim, işimizin herhangi bir nedenle yarım kalması, olmaması karşısında, "işimizin suya düştüğü" şeklinde kullanılır. "Bir netice alamadık, emeğimiz zayi oldu, planlarımız boş çıktı" manasındadır.
"Haydi oğlum aslan, yamacıma yaslan, barut hakkı iki cezve ile bir kepçe. Allah rast getire, nişangahına denk getire. Endahtttt.."
Top ateşlenir ve hedefin yakınlarına siper almış olan gözcü neferi atışın sonucunu bildirirdi:
"Bir bağ, üç evlek sağa kaydı kumandanım!"
Bunun anlamı:
"Mermi hedefi bulmadı kumandanım. Devlet-i Ali'nin güllesi, bad-i heva zayi olup gitti" demekti.
Karadan denize yapılan atış talimlerinde ise, deniz ortasına eskimiş bir tekne bağlanır ve topçulardan bu eskimiş tekneyi vurmaları istenirdi. İşte bu sırada hedefi vuramayan mermiler; 'suya düşerdi'. O zaman gözcü neferleri:
"Suya düştü kumandanım!" diye bağırırlardı.
***
Bu deyim, işimizin herhangi bir nedenle yarım kalması, olmaması karşısında, "işimizin suya düştüğü" şeklinde kullanılır. "Bir netice alamadık, emeğimiz zayi oldu, planlarımız boş çıktı" manasındadır.
3 Mayıs 2008 Cumartesi
Çengelli İğne
Dünya, Walter Hunt tarafından bulunan, çok basit ama faydalı bu ürünle 1849'da tanıştı. Çengelli iğne, ABD'li mucit tarafından sadece 15 dolar kazanabilmek amacıyla bir iddia sonucu ortaya çıkmıştır.
Ancak çengelli iğne aslında çok daha eski bir buluştur. Bu tarihten 2000 yıl öncesinde Romalıların yaylı bir çeşit çengelli iğne kullandıklarına dair kanıtlar vardır. Romalılar birçok buluşa isimlerini yazdırmışlar ancak çoğu unutulup gitmiştir, taa ki yeniçağda tekrar icat edilene dek. 1842 yılında Thomas Woodward tarafından Amerika'da farklı yapıya sahip bir çengelli iğne için patent alınmıştı. Bu iğne, sıradan bir iğnenin uç kısmına takılan metal parça ile tutturuluyordu. Ancak bu hem güvenlik hem de kullanış sorunları doğuruyordu.
Bazı buluşlar tesadüf eseri, bazıları birşeylerden esinlenilerek, bazıları ise yıllar süren uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Çengelli iğne ise Hunt'ın teknik ressamlara olan borçlarını ödeyebilmek için geliştirdiği bir buluştur. Hunt oldukça zeki ve üretken bir mucittir.
Hunt'ın borç yaptığı insanlar ortaya bir iddia atmışlar ve bir tel parçası ile işe yarar bir buluş yapması halinde borçlarını kapatacaklarını ve üzerine para vereceklerini taahhüt etmişler. Hunt'ta bunun üzerine 3 saatlik bir çalışma sonrasında çengelli iğneyi icat etmiş.
Hunt bu icadından sadece ödül olarak aldığı 400$ ile yetinmiştir. Çünkü anlaşma yaptığı kişilere bu icadın patentini devretmek zorunda kalmıştır. Çengelli iğne 150 yılı aşkın bir süredir çok fazla bir değişikliğe uğramadan günümüzde hala kullanılmaktadır.
Çengelli iğne, toplumlarda farklı inanışlara da sebep olmuştur. Şöyleki, Anadolu insanı çengelli iğnenin nazara karşı koruyucu bir etkisi olduğuna inanmaktadır ve aynı zamanda "sefalet"in simgesi olarak da kullanılmaktadır.
Ancak çengelli iğne aslında çok daha eski bir buluştur. Bu tarihten 2000 yıl öncesinde Romalıların yaylı bir çeşit çengelli iğne kullandıklarına dair kanıtlar vardır. Romalılar birçok buluşa isimlerini yazdırmışlar ancak çoğu unutulup gitmiştir, taa ki yeniçağda tekrar icat edilene dek. 1842 yılında Thomas Woodward tarafından Amerika'da farklı yapıya sahip bir çengelli iğne için patent alınmıştı. Bu iğne, sıradan bir iğnenin uç kısmına takılan metal parça ile tutturuluyordu. Ancak bu hem güvenlik hem de kullanış sorunları doğuruyordu.
Bazı buluşlar tesadüf eseri, bazıları birşeylerden esinlenilerek, bazıları ise yıllar süren uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Çengelli iğne ise Hunt'ın teknik ressamlara olan borçlarını ödeyebilmek için geliştirdiği bir buluştur. Hunt oldukça zeki ve üretken bir mucittir.
Hunt'ın borç yaptığı insanlar ortaya bir iddia atmışlar ve bir tel parçası ile işe yarar bir buluş yapması halinde borçlarını kapatacaklarını ve üzerine para vereceklerini taahhüt etmişler. Hunt'ta bunun üzerine 3 saatlik bir çalışma sonrasında çengelli iğneyi icat etmiş.
Hunt bu icadından sadece ödül olarak aldığı 400$ ile yetinmiştir. Çünkü anlaşma yaptığı kişilere bu icadın patentini devretmek zorunda kalmıştır. Çengelli iğne 150 yılı aşkın bir süredir çok fazla bir değişikliğe uğramadan günümüzde hala kullanılmaktadır.
Çengelli iğne, toplumlarda farklı inanışlara da sebep olmuştur. Şöyleki, Anadolu insanı çengelli iğnenin nazara karşı koruyucu bir etkisi olduğuna inanmaktadır ve aynı zamanda "sefalet"in simgesi olarak da kullanılmaktadır.
FIKRA - 100 Milyon
Zengin ağa eğlence için yalan söyleme yarışı düzenlemiş. Kazanana yüz milyon verecekmiş. Bir sürü adam gelmiş, hiç biri kazanacak yalanı söyleyememiş. Yarışmaya en son katılan Temel:
- "Benim babam sizin babanıza yüz milyon borç vermiş. Bana yüz milyon borcunuz var." demiş.
- "Yalan" demiş ağa.
Temel:
- "Yalansa en güzel yalanı söyledim, yüz milyonu verin. Doğruysa babamın yüz milyonunu istiyorum."
- "Benim babam sizin babanıza yüz milyon borç vermiş. Bana yüz milyon borcunuz var." demiş.
- "Yalan" demiş ağa.
Temel:
- "Yalansa en güzel yalanı söyledim, yüz milyonu verin. Doğruysa babamın yüz milyonunu istiyorum."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)