31 Mart 2008 Pazartesi
29 Mart 2008 Cumartesi
Dün akşam, Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü tarafından hazırlanan 11. Tiyatro Haftası etkinlikleri kapsamında Musahipzade Celal’in “İstanbul Efendisi” isimli oyununu izledim. Daha önce İzmir Devlet Tiyatrosu’nda da gösterimde olan oyun bu kez üniversite öğrencileri tarafından sergilendi. Üstelik 27 Mart Dünya Tiyatro Günü vesile- siyle de ücretsizdi. Yağmurlu havaya rağmen bir hayli ilgi vardı.
Biraz oyundan bahsetmek istiyorum sizlere.. Oyun, aslında bir Perdeli Ortaoyunu. Oyunda; zamanın Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na eş bir görevi sürdüren Savleti Efendi’nin kimliğinde dönemin cinli - büyülü toplumsal yapısı içinde gelişen romantik bir aşk öyküsünün dolambaçlı serüveni anlatılıyor. Savleti Efendi’nin yanısıra Afet Hanım ve Feraset de oyunun ana karakterlerinden.
Oyun, eleştirel bir nitelik de taşıyor. Savleti Efendi’nin elindeki onca güce rağmen cine, büyülere inanması ve onlardan medet umması şiddetle hicvediliyor. Yani hala eskimeyen, güncel mesajlar taşıyor. Senaryodaki ufak değişikliklerle günümüz toplum ve zihniyet yapısına da göndermeler yapılmış. Özellikle Avrupa Birliği, Bakan ve politikacılar, kadın programları ve reklamlarla ilgili olanlar oldukça keyifliydi…
İstanbul Efendisi, içinde komedi öğelerini sıkça barındıran bir oyun. Zaten dolantı komedisi türünün en iyi örneklerinden biri sayılıyor. Oyunun müzikal yönü de performansa önemli katkıda bulunarak seyircinin keyifli dakikalar geçirmesini sağlıyor. Özellikle oyunun başlangıcında ve bitiminde sergilenen toplu dans gösterisi ilgi çekiciydi.
Uzun lafın kısası; gittik, gördük ve beğendik. Tiyatroya ilgi duyanlara, bolca gülmek ve hoşca vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.
Biraz oyundan bahsetmek istiyorum sizlere.. Oyun, aslında bir Perdeli Ortaoyunu. Oyunda; zamanın Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na eş bir görevi sürdüren Savleti Efendi’nin kimliğinde dönemin cinli - büyülü toplumsal yapısı içinde gelişen romantik bir aşk öyküsünün dolambaçlı serüveni anlatılıyor. Savleti Efendi’nin yanısıra Afet Hanım ve Feraset de oyunun ana karakterlerinden.
Oyun, eleştirel bir nitelik de taşıyor. Savleti Efendi’nin elindeki onca güce rağmen cine, büyülere inanması ve onlardan medet umması şiddetle hicvediliyor. Yani hala eskimeyen, güncel mesajlar taşıyor. Senaryodaki ufak değişikliklerle günümüz toplum ve zihniyet yapısına da göndermeler yapılmış. Özellikle Avrupa Birliği, Bakan ve politikacılar, kadın programları ve reklamlarla ilgili olanlar oldukça keyifliydi…
İstanbul Efendisi, içinde komedi öğelerini sıkça barındıran bir oyun. Zaten dolantı komedisi türünün en iyi örneklerinden biri sayılıyor. Oyunun müzikal yönü de performansa önemli katkıda bulunarak seyircinin keyifli dakikalar geçirmesini sağlıyor. Özellikle oyunun başlangıcında ve bitiminde sergilenen toplu dans gösterisi ilgi çekiciydi.
Uzun lafın kısası; gittik, gördük ve beğendik. Tiyatroya ilgi duyanlara, bolca gülmek ve hoşca vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.
28 Mart 2008 Cuma
GANDALF ARAMIZA DÖNÜYÖR
JRR Tolkien'in romanından uyarlanan 'Yüzüklerin Efendisi' nin Gandalf'ı yeniden beyazperdeye dönüyor. Bu güzel haberi veren ise Hobbit adlı seride tekrar büyücü rolüne geri dönecek olan Ian McKelllen.
Aktör Ian McKellen, kendi özel web sitesinde hayranlarıyla yaptığı konuşmada Gandalf rolüne geri döneceğini açıkladı. New Line film şirketinin yine Peter Jackson'la çekeceği iki yeni film Hobbit'in devamı şeklinde olacak.
Peter Jackson'ın yapımcılığını yapacağı bu yeni Hobbit serisinin yönetmeni ise, Guillermo del Toro. 2010 ve 2011'de vizyona girecek bu iki filmin 150 milyon dolara mal olacağı düşünülüyor.
Kaynak: HaberTürk.Com
GÜNÜN FOTOĞRAFI - Yusufçuk
Tropik iklim bölgelerinde yaşayan bir böcek türüdür "yusufçuk". Çoğu zaman göllerin, akarsuların ve su birikintilerinin olduğu bölgelerde görülürler. Ülkemizde de görülen yusufçuk, zamanla Türkçede değişik isimlerle anılır olmuştur. Mesela, benim çocukluğumdan hatırladığım "helikopter böceği" ve "kız böceği" var. Zararsız olduğunu bildiğimiz halde oldukça hızlı olduklarından ve uçarken çıkardığı sesten korktuğumuz olurdu :)
27 Mart 2008 Perşembe
Dünya Tiyatro Günü
Dünya Tiyatro Günü 1961’de Uluslararası Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute) tarafından yaratıldı. Her yıl 27 Mart günü ITI merkezleri ve dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanmaktadır. Pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik kutlamalarda yer almaktadır. En önemli etkinliklerden biri, dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu , yönetmeni veya yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge 1962’de Jean Cocteau (Fransa) tarafından yazılmıştır.
Tiyatronun diğer edebi eserlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder.
Bizim kültürümüzde tiyatroyu; ortaoyunu, gölge oyunu, köy seyirlik oyunları, meddahlık, danslı ve taklitli oyunlar şeklinde görürüz. Gölge oyununda, arkadan ışıklandırılan beyaz bir perde vardır. Karagöz veya başka tipteki kuklalar bu perdenin üzerinde oynatılıp konuşturulur. Güzel hikayeler anlatılarak halkı eğlendiren kişilere meddah denir. Köylerimizde hala, oyun çıkarma adıyla seyirlik oyunlar düzenlenmektedir.
Ne acıdır ki, tiyatro şimdilerde sadece özel günlerde hatırlanıyor. Böyle yaparak tiyatroyu bir sene daha yaşatmış oluyoruz sanki... Halbuki, yaşamın aynasıdır tiyatro.. Hayatın içinde var olan umudun, acının, sevincin ve bazen de insan hayatı içindeki komik ve gülünç şeylerin oyunlaştırılarak ustaca harmanlanmasıdır tiyatro.. Bu yüzden unutulmamalı, unutturulmamalı...
Son söz ise Haldun Taner'den; “Tiyatro olmasaydı insanoğlu çok eksik, çok güdük kalırdı.”
Tiyatronun diğer edebi eserlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder.
Bizim kültürümüzde tiyatroyu; ortaoyunu, gölge oyunu, köy seyirlik oyunları, meddahlık, danslı ve taklitli oyunlar şeklinde görürüz. Gölge oyununda, arkadan ışıklandırılan beyaz bir perde vardır. Karagöz veya başka tipteki kuklalar bu perdenin üzerinde oynatılıp konuşturulur. Güzel hikayeler anlatılarak halkı eğlendiren kişilere meddah denir. Köylerimizde hala, oyun çıkarma adıyla seyirlik oyunlar düzenlenmektedir.
Ne acıdır ki, tiyatro şimdilerde sadece özel günlerde hatırlanıyor. Böyle yaparak tiyatroyu bir sene daha yaşatmış oluyoruz sanki... Halbuki, yaşamın aynasıdır tiyatro.. Hayatın içinde var olan umudun, acının, sevincin ve bazen de insan hayatı içindeki komik ve gülünç şeylerin oyunlaştırılarak ustaca harmanlanmasıdır tiyatro.. Bu yüzden unutulmamalı, unutturulmamalı...
Son söz ise Haldun Taner'den; “Tiyatro olmasaydı insanoğlu çok eksik, çok güdük kalırdı.”
26 Mart 2008 Çarşamba
Bizim Arabamız!
Şimdi düşünüyorumda, globalleşmiş dünyada her ülke kendini temsil eden bir markayla, en azından bir araçla gurur duymaktadır.. Peki bizim neden yok.. Bizde ne eksik ? Mühendisimiz var.. Elimizde Malzeme var.. Teknoloji var.. Neden.. Yaptığımız birkaç arabayıda da yağmalamışız.. Peki neden? Devrim sadece Benzini bitti diyemi hurda oldu preste.. Ya da Anadol dayanıksız diye mi terkedildi kaderine.. Tabiki bunlar olayların görünen yüzü ama asıl suçlu bizleriz. Kendi emeğimize kendi alınterimize sahip olamıyoruz... Düşünüyorumda yıl 2008, biz de marka olmak için, ülkemize hizmet etmek için araç üretsek ne olur... Peki yazayım öyleyse;
Askeriye destekler bu meseleyi, nede olsa ülkemize katkısı olan bi durumdur.. İktidar partisi övünür 'Bizler' yaptık diye. Muhalefet Parti ise dövünür oy kaybettik diye.. Bazı Alimler (Aydınlar) bu araba çalıntı, çaldınız derler.. Eğitim kurumumuzun önde gelen rektörleri, bu araç laikliğe aykırı derler.. Araç üniversitelere giremez.. Çünkü yasaktır.. Hemen Anayasa Mahkemesi fabrikaya kapatma davası açar. Alan var aracı alamayan var, bölücülük yapmayın diye.. İç İşleri, Güvenlik birimleri (polis) yorumsuz kalır olaylara.. Milliyetçi bir partimiz her konuya atladığı gibi meclise yasa tasarısı sunar, milli araç olarak Anayasa'ya katılsın der... İsmi 'ülkü' olsun der... Ortalık harman yeri olur birden.. Peki, bölücü parti dururmu, Doğu'da kürtçe isimle satılsın der.. Radikal İslamcı partimiz 'Nur' ismini verelim der.. Sosyalist parti de durmaz, her zamanki gibi Ulu önderi, ATATÜRK` ü kullanmaya kalkar ve ismini araca verelim der.. Kargaşa olur.. Tabiki Pkk da boş durmaz, nasıl olsa yerli malı kullanalım diyerek aracı bombalı araç olarak kullanır.. Birileri hemen özelleştirelim kurtulalım der. Ama emekçi partimizden bir tanesi Emekle yapılmış bir araçtır.. Bizimdir bizim kalıcak diye sahip çıkar... Kominist partililer halka satılmasın devletleştirilsin diye karşı çıkar, ortalık karışır... İslamcı parti dine aykırı ilan eder aracı... Uzun tartışmalardan sonra Araca Ergenoko(m) Slx ismi verilir. Sonra ne mi olur.. Sonra araç bir iç karışıklık sırasında yok olur... Ve Son... Biz hala birbirimizin ayağını kaydırarak Ulu önderin dediği gibi Muhasır Medeniyetler Seviyesine gelmeye çalışırız.. Yorum sizlerin..
Selim TONBAKLAR
GÜNÜN FOTOĞRAFI - Karadul
Karadul (Latrodectus mactans), Theridiidae familyasından zeytin tanesi gibi siyah ve parlak örümcek.
Genellikle karanlık yerlerde, tavan aralarında yaşar. Sekiz gözü vardır. Karın bölgesinde tepeleri birleşik iki üçgene benzeyen kum saati gibi bir işaret bulunur. Ortalama 10-12 mm büyüklüktedir. Avrupa'nın güney bölgesinde sık rastlanır. Ağ tuzakları kurarak avlanır. Çaprazvari tellerle ördüğü ağın ortasında kısa bir tünel bulunur. Burada böceklere pusu kurar. Dişi, eşleşmeden sonra çoğu zaman erkeğini yediğinden dolayı karadul olarak da bilinir. Dişisi, kuvvetli bir zehire sahip olmakla beraber, sokmasından kaynaklanan rahatsızlık abartılmaktadır. Zehri, bir insanı öldürebilecek kadar tehlikeli olmasada her yıl karadul ısırmasından 15 insan ölür. Bu köpekbalığı ısırmasının 2 katıdır.
Sormayın neden diye, merak işte :)
25 Mart 2008 Salı
FAZLA ABARTMAMAK LAZIM...
Futbol? Şüphesiz dünyanın en eğlenceli sporudur. Hem oynayanı; hem izleyeni, hatta bazen anlatanı bile çoşturan spor... Türkçesi 'ayaktopu' olan dünyanın en güzel sporu... Dünyada en çok seyirciye ulaşan spor... Eskilerin deyimiyle; 25 donsuzun bir topun peşinde koşuştuğu spor...
Her ne kadar bu spor dalının kötü yanları, aşırılıkları olsa da bugün onlardan bahsetmeyeceğiz. Bugün, blogumun ilk yazısı olması hasebiyle de futbolun güzel, eğlenceli ve tebessüm ettiren yanlarını gösteren bu videoyu paylaşmayı uygun gördüm.
Ben beğendim, umarım siz de beğenirsiniz. İyi seyirler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)